Lilypie Second Birthday tickers

25 Mart 2009 Çarşamba

Zaman azalıyor


Haftalar arttıkça, karnım büyüdükçe hareketlerim de ağırlaşıyor, düşüncelerim de. Aslında düşünmekten yoruluyorum bir şey yapmadan önce, yapmaya başlasam....

Odan yavaş yavaş tamamlanıyor, beşiğin ve dolabın da geldi. Duvarlar lila, mobilyalar akçaağaç, perde lila pembe damlalı, müzik dinleyebilecek ve kitap okuyabileceğiz. Seninle birlikte ne kadar güzel anlar geçireceğiz kim bilir?

Seni sever miyim diye hiç kuşkum olmadı ama "sen beni sever misin" diye var... Sana yetebilir miyim diye de kuşkum yok, bütün benliğimle seni bekliyorum, süt içiyorum ya, erken yatıyorum sonra... Ben annen olarak sana bakabilir, ihtiyaçlarını karşılayabilir ve koruyabilirim sen hiç merak etme. Yeter ki sağlıklı bir şekilde gözlerini aç, gel kucağıma. Hiç mi kuşkum yok, tedirginliğim? Olmaz mı?

Doğru yerde doğru tepkiyi verebilirim sana, hayatı güzel tanıtabilirim umarım. Mutsuz olmam sen de anlarsın, hissedersin. Umarım seni mutlu edebilirim...Kendi kendine yetebilmeyi, iyi ve sağlıklı beslenmeyi, düşünmeyi öğretebilirim...Umarım...
Şimdi sırada, hastane çantası var, bir hafta sonra da doğum kursum başlıyor. Normal doğum için hazırlık çalışmaları ... Saçlarımın kendi rengi çıktı iyice, arada da beyazlar...:) Saç rengim bile ruhumu anlatıyor, ya siyah ya beyaz, gri yok.

Bugün güneşli hava, gergin uyandım üstelik eklem yerlerim ağrıyarak, güneşi gördüm işte, mutluluk hormonlarım harekete geçti. Bu arada Güneşi Gördüm filmine gittik ve beğenmedim.

Kardelen çiçeği varmış güneşi görünce ölürmüş, ama illa da görmek istermiş, ölmek pahasına bir kere de olsa görürmüş. Görmüş, ölmüş... O filmden çıka çıka bu mu çıktı diyebilirsiniz, yok çıkan bana göre en ilginç şey buydu. Ha bir de "Benim ülkem bir tane..."

Geçen hafta çarşamba günü doğumgünümdü, doğumünü pastalarımdan birisinin fotoğrafı.( Esra Teyzene ve annesine teşekkür ederiz...) Şanslı bir annen var miniğim, tam üç tane pasta kesti doğumgününde. Bir ara doğumgününü anlatırım ayrıntıları ile... Babanın süprizini ilk defa hiiç hissetmedim, gerçekten süprizdi ve çok güzeldi.

17 Mart 2009 Salı

İlkbahar gel gel gel....

Bugün mide yanması ile boğuşuyorum... Hava soğuk, güneşi özledim.
Bugün ağaçların dalları arasında saklanan kuşları görmek istedim,
Bugün deniz kokusunu içime çekip, sabah kahvaltısında domates kokan domates yemek
Kesildiğinde yayılan karpuzun kokusunu içime çekmek
Esiyor diye gezilen patika yollarında çam kozalaklarına tekme atmak...
Bugün çok şey istedim.
Yaz mevsimini ve doğayı özledim.

Sen bahar çocuğu olacaksın, bahar gibi karşılayacağız seni
Sen ömrünün her evresinde bahar kokacaksın
Her mevsim güzeldir, sen her mevsime umut,
Her sabaha varlığınla neşe taşıyacaksın...
Annen titiz, mükemmeliyetçi ve hassas
Baban mantıklı, programlı ve tutumlu
Sevdiğimiz sevmediğimiz,
Kabul ettiğimiz ya da etmediğimiz bir çok özelliğimiz
Dünyaya bizim toplamımız olarak geleceksin....
Sen kendini oluştururken
Bakalım,
Bizlere neler öğreteceksin?

Bugün kursa gittim, biraz kestirdim, doğayı özledim, seni düşledim...

15 Mart 2009 Pazar

15 Mart, kar yağıyor

Denge...
Hayatın her evresinde tutturmak zorunda olduğumuz ama bir türlü tutturamadığımız...
Çok pişerse yanık kokan, az pişerse hamur olarak kalan kek gibi.

"Bir laf bin büyü yerine geçermiş" kim söylediyse ne kadar güzel söylemiş. Söylenilen cümlelerin önemi, söyleyen kişiye de bağlı. Doğru ya da yanlış, çok da önemli değil. Bir kere çıkmaya görsün, herşey alt üst de olabilir, herşey düzelebilir de. Hiç gerek yok, falcıya büyücüye. Düşünceler, ifadeler yeterince etkili zaten kişileri değiştirmeye.
Belki de bizler anladığımız kadarız hayatı. Anlamak istediğimiz kadar...
Empati kuramadığımız zaman ya müdür olmak zorundayız ya da mutsuz. Empati yoksa, iletişim imkansız, hayat çekilmez. (Bu yüzden mi hiçbir müdür sevilmez? Parmak ucunda oynatacaklarını sanırlar hayatı, oynatırlar da. İzin veren oldukça...)
Dün "Sahtekar" isimli bir film seyrettim, uzun bir filmdi. Ama uzun zamandır seyrettiğim en güzel flmlerden birisiydi. Yaşadıkların ne kadar acı olursa olsun, bir kişi bile varsa seni anlayan işte o zaman anlam kazanıyor hayatın. Anlamamak için direnenlerin hepsi, önce kendilerini düşünüyorlar, insan oğlu ne kadar çiğ aslında... Kendisi... Varlığı.... Egosu..... Tek bir şey için yaşıyorlar, o tek şeyi tehdit edeni de yaşatmıyorlar... Savaşımız sadece kendimizle, bize verilen bütün duygular figürlere bağlı sadece. Sevinci yaşatan ayrı, kızdıran ayrı, nefret duygusunu yaşatan ayrı. Bütün duyguların hepsini bir kişide yaşayamıyoruz, belki de yaşıyoruz da buna aşk diyoruz. Bu yüzden aşktan kaçamıyoruz. Biz her yerde ve her zaman bir tek kendimizi yaşamak istiyoruz. İçimizdeki olumsuz duyguları yok edemeyip yaşadıkça bu duyguları yaşatanı yok etmek istiyoruz. Önce kendimizi bilememiz, önce kendi duygularımızı yerli yerine yerleştirmemiz gerekiyor oysa. Gücümüz diğerinin kalbini kırmaktan korkarak artmalı... Güçlü olmak istiyorsak...Korkmadan düşünmeli, düşünmeli, düşünmeli... Doğruyu bulmak için illa da hayat çomağını gözümüze sokmamalı...

13 Mart 2009 Cuma

Kusura bakma

77... Doğum yılım, kalan gün sayısı, en sevdiğim rakamlar. Çok değil, bir kaç hafta öncesine kadar kendimi dünyanın en şanslı anne adayı hissederken bir kaç gündür inanılmaz bir boğulma hissi yaşıyorum. Televizyonda, Yüksek Hızlı Tren Eskişehir'e girerken, hıçkırarak başladım ağlamaya. Bir ara katılıyorum sandım, sonrasını hatırlamıyorum, dalmışım. Anne- kız hazır değildik galiba bu kadar hıza:)
İşin şakası bir yana, kendi psikolojimi kontrol edemediğimi düşünürken, miniğim nasıl güzel bir dünya sunabilirim ki sana?
Çiçek adlarını unutma tabii ki, ama ondan önce çevrendeki çiçekleri görmeyi unutma. Dikenleri batsa bile, elini silkele ve devam et yenisini koklamaya. Seni seven ve değer verenlerin hislerini boşa çıkarma, önce sen mutlu ol, önce sen kendini sev ki ancak bir başkasının sevmesiyle birey olacağını sanma...
Kimse senden birşey istemeden özel bir şey yapma. Doğumgünleri, özel günler hariç tabii ki. Kimseye istemeden iyilik yapma, ne zaman ki elini uzatırlar o zaman harekete geç ve kimseyi yarı yolda bırakma.
Kolay sinirlenme, sabır en güzel erdemdir. Ama içine de atma, bir tek sana, şahsına saygısızlık yapıldığında asla susma. Sen benim bir tanecik canparçam olacaksın, kimsenin seni üzmesine izin verme. Kendine dürüst ol, gerisi palavra.
Bütün bunları söyleyerek ben yazıyor, rahatlıyorum. Sana en önemli öğüdüm, sakın "aman annem böyle söyledi aksini yapmamalıyım" diye kendini kasma. Sana verilen en mükemmel özellik olan aklını kullan ve doğru yanlışı kendin bul, bütün bunlar benim söylemek istediklerim olduğu için yazıldı buraya, senin hayatının önceden kurgulanmış hali değil, bunu yaparsam annen değil, patronun olurum. Merak etme hayatında patronlar çok olacak, sen bana sarıl, saklan, mutlulukların için savaş ama yanlışsa eğer dediklerimi yapma...
Ben şimdiden sana sarılıyor ve saklanıyorum...
Seni çok seviyorum miniğim, üzüldüğüm anları kontol edemediğim ve seni etkilediğim için kusuruma ne olur bakma...

12 Mart 2009 Perşembe

Okumak



Bir çok konu var konuşulması mümkün olan, ama ne kadarı için gerekli ki bu kadar zaman?
Okumak istediğim onlarca kitap var daha, okudukça daha çok okumak gerektiğini düşünüyorum, ama işte belli bir hayat çizgin varsa da tek başına okumak çok fazla işe yaramıyor. Tek başına isen satranç oynamayı öğrenmek ne ifade eder ki? İş hayatından uzak kalınca, yaşam tarzın da ister istemez değişiyor. Ama benim öğrenme hevesim hiçbir şekilde kaybolmuyor, olmasın da. Seninle birlikte yeni baştan keşfedelim hayatı miniğim, seninle birlikte iyi ve güzel olan herşeyi öğrenelim.
Elbette öğrenmek yerine sadece iyi vakit geçirmek için de okuyabilirim. Ortaokulda V.C. Andrews'in Çatı temalı polisiye romanlarını okurduk. O dönemlerde SBS gibi, OKS gibi streslerimiz yoktu. Fen Bilgisi ve Matematik derslerini İngilizce öğrenirdik:) Öğrenir miydik ki?
Önemli olan ÖSS idi. Bu arada tiyatro, halk oyunları, org kurslarına katılır geliştirirdik kendimizi. Şimdi güzel anılar olarak kaldı hepsi. O zamanlar hayata karşı tecrübesiz, heyecanlı ve meraklı idik. Öğrendikçe değiştik, bildikçe mutsuzlaştık, okudukça yalnızlaştık. Ama öğrenmek bitmesinnnnnnnnnnnnnn, bir gün canım okumak istemezse eğer.... Düşünmeyelim kötü şeyler!


Bugün Esra Teyzen, İclal Aydın'ın son kitabını almış bize. "Evlerin ışıkları bir bir yanarken..."


"Akşam oluyordu yine.
Yine yanıyordu evlerin ışıkları.
Bana inat hayat devam ediyordu.
Beni hiç iplemeden, beni kenara iterek, beni öğüterek, un ufak ederek sürüyordu hayat.
Mutfakta yemekler pişiyor, televizyon başında diziler izleniyordu
Birileriyle dalga geçiyordu radyoda bir DJ.
Bilmediği bir kederi biliyormuş gibi anlatıyordu bir başkası.
Geceleri acıyla uyanıyordum, acıyla daldığım uykudan, bitmeyeceğini sanıyordumm...
Bittiğinde beli de en çok ben şaşırdım." İclal Aydın

11 Mart 2009 Çarşamba

Çiçek adları


29 Mart tarihinde saatler ileri alınacak. Artık bahar geliyor, dün gece ayağım takıldı, şansım varmış ki düşmedim. Ama bugün kalp çarpıntım hiç geçmiyor, sanki içimde hapsedilmiş bir kuş var da, ne olduğunu anlamadığı için afallamış oradan oraya çarpıyor. Nefes almak zor... Biraz ağırlaştığımdan mıdır nedir, bel ve sırt ağrım da cabası. Ağrılar, acılar bir kenara, yürek çarpıntısı çok daha fazla rahatsız ediyor. Uzansam da kalksam da yürüsem de geçmiyor, Tv açmak istemiyorum, can sıkıcı bir haber görmek o kuşu daha da hareketlendiriyor. Senin hareketlerin de bitmiyor miniğim, karnım zıplayıp duruyor yerinden. Elin mi bacağın mı anlamıyorum ama, bir kaç gündür sürekli ben buradayım diyorsun. Biliyorum... Oradasın.

Bazen düşünüyorum da, aslında en güvenli yer orası senin için. Bundan emin olmadığım zamanlar da yok değil, orada olsan da seni yeterince iyi hissettiremiyorum, benimle korkuyor, benimle telaşlanıyor, benimle seviniyor, benimle üzülüyorsun. Daha şimdiden bu sorumluluk beni üzüyor, seni taşıyamamaktan korkuyorum. Hayatta taşıyamadığım yükler oldu çünkü.

İclal Aydın'ın kızını beklerken yazdığı yazıyı dinliyorum...



".......................................Anneler ve babalar tanıyacaksın bızden baska .
ogluna soz verdıgı bısıkletı alamadıgında notalarla oglunun adını yazan bıyıklı yorgun babaları ,
ya da kendı gıyemedıgı mavı yırmıuc nısan elbısesını sabaha dek uyumadan kızına dıken annelerı ,
sonra kendınden baskasını dusunmeyenlerı,
kendı ofkesınde bogulanları ve yalancıları tanıyacaksın.
ask’ı tanıyacaksın bır gun, kalbım kırılacak ve belkı kıracaksın bırılerını...
ıyı bır tamırcı ol kızım ,cabuk onar kırdıgın kalplerı ve caresız kalma kendı kırık kalbıne .
sen sımdı kendı oykunu yazmaya gelıyorsun.
Hayat ıkı secenek sunuyor :
ya payına dusen kederı parlatacaksın;
ya da omrunle ıyı gecınmeye bakacaksın. ıkıncısını tercıh edersın umarım...

Bana ogretıldıgı gıbı kızım ;ogrendıgın cıcek adlarını unutma,kelebeklerı kıtap arasında kurutma, kın buyutme kalbınde ve ıncıtme kımseyı...Dılerım dunyaya gelıs nedenını sen cabuk bulursun.yolun acık olsun....Annen Iclal Aydın"

Kalp çarpıntım geçmiyor...

iyi yolculuklar

Yolculuk... Yeşillikler arasında, güzel bir müzikle...
Bütün kırgınlıklarını küçük bir valizin içine doldurup omzunun ardından fırlatırsın. Ama dikkat, küçük bir valiz... Ne kadar büyük olursa o kadar artarmış kırgınlıklar, o kadar ortaya çıkarmış geride kalanlar. Taşımak ne demek, taştığı için içinden ne kadar fırlatsan da yapışırmış bedenine.
Ellerine, gözlerine...
Yapıştığı ile kalırmış, hayat anlatabildiğin kadar değil herkesin anlayabildiği kadarmış...

9 Mart 2009 Pazartesi

Mart ayı...

Hayat ilginç...
Birgün doğacakları bekliyorsun, birgün elinden kayıp gidenleri gözlüyorsun. Elinden hiç bir şey yapmak gelmiyor da, ağlamak için bile tutuyorsun kendini. Aklın uçuyor, havada geziyor ayakların da tek bir kelime iniyor yüreğine, aklın geri geliyor. Gelmesiyle yüreğini yakması bir oluyor, meğer zaten yanıyormuş yüreğin de... Pek fena.

Küçüklüğümden beri hep sevgi gösterildiğinde mutlu oldum, hep sevgi istedim. Küçüklüğümde dayım severdi de beni, yaptığı herşey söylediği her kelime güzel gelirdi. Sevilmek güzel...
Bir de eniştem, büyük teyzemin rahmetli eşi. Ne zaman Ankara'ya gitsek, işten dönerken cebinde benim için alınmış çukulatasını çıkarırdı. Kaşları hep çatıktı ama bilirdim beni düşünürdü.

Dayım espri yapardı hep. Güldürürdü beni, bilirdim ki güldürmek güzeldi. İnsan sevdiklerini güldürürdü. Dayım dün gece öldü.

( Bir anneler gününde, belki de 10 yıl önce, dayım demişti ki bana, "geleceğin en güzel annelerinden olacaksın, senin de anneler günün kutlu olsun..." Çocuklukta ya da gençlikte, varlığının ne kadar önemli olduğunu hissettirenler asla unutulmaz dayıcığım...Teşekkür ederim)